Üçüncü sınıfta yaz stajı için görmeyi tercih ettiğim yer Barselona oldu. Daha önce yurtdışına hep tur-rehber eşliğinde çıkmıştık. Bu sene ilk defa bir kültür gezisini arkadaşlarımla, gezeceğimiz yerlere birlikte karar vererek ayarladık. Barselona benim lise yıllarında da gidip görmüş olduğum bir şehir ancak daha önce bu şehre hiç mimari bir gözle bakmadığım için bu seneki gezi benim için çok farklı bir deneyim oldu.
Avenue Diagonal
Otelimiz Barselona'nın en büyük caddeleriden biri olan Avenue Diagonal'in en canlı noktalarından birinin bir arka sokağında yer alıyordu. Konum olarak şehrin toplu taşımasına ve merkezi noktalara yakın mesafelerde oluşuna dikkat etmiştik ancak oraya gitmeden önce otelin konumunun bizim gezimiz için ne kadar pekiştirici bir görev üstlenebileceğini anlamamıştık. Otel çevresinin sabah-akşam canlı olan yapısıyla kendimizi gündelik hayatın akışında kenti daha iyi deneyimleyen bir konumda bulmuş olduk.
Gezimiz 4 gece 5 gündü. Bu gezi boyunca hızlı şekilde Barselona'yı Barselona yapan bütün değerleri görmemiz gerekiyordu ve tüm yorgunluğumuza rağmen gelir gelmez gezimize başladık.
Barselona gotik şehir ve modern şehir olarak ikiye ayrılıyor. Şehrin Gotik olan kısmı yani tarihi bölgesi şehrin merkezinde(Akdeniz'e kıyısı olacak şekilde) konumlanıyor. İstanbul'daki tarihin ve tarihi binaların korunmamasına alışığız ancak buradaki binaları görünce şehrin tarihi dokusu bizi o kadar büyüledi ki!
Tarihi şehir merkezinin etrafında şekillenen modern kent, Ildefonso Cerda tarafından 19. yy'da şehrin ciddi olarak büyümeye başlamasıyla planlanmış olup Gotik kentin uzantısı şeklinde devam etmesinden dolayı Extension olarak tanımlanıyor. Şehrin içinde dolaşırken taş binaların dokusunu hissetmek, şehirdeki gridal, kenarları pahlanmış Cerda Planı'nın düzeni eşliğinde geniş kaldırımlardan yürümek bambaşka bir deneyimdi.
Şehrin planlamasında uyulan bazı kurallar: kenarları pahlanmış kare grid, geniş buvarlar-sokaklar günümüz yaşantısına da ferahlık ve kolaylıklar sağlıyor. Kare gridin tek dezavantajı araba kullanımında her köşe başında trafik ışığından dolayı duruyor olmak ancak bu durum eminim ki sadece bizim gibi İstanbul trafiğinde sabırsız hale gelmiş olan insanları rahatsız ediyor.
Kenarları pahlanmış, ortalarında avluları bulunan hücreler ise sokak kesitinde insan ölçeğinde başka hiçbir şehirde olmayan bir çözüm.
Bahsetmiş olduğum gridal planı iki temel
diagonal yol kesiyor.
Bu karakteristik özelliklerinin yanında Barselona denince akla ilk gelen isimlerden biri de Gaudi. Kentin neredeyse her köşesinde kendisinden bir dokunuş görmek mümkün.(GAUDİ (1852-1926): Antoni Plàcid Guillem Gaudí i Cornet, İspanya’da Art Nouveau akımının öncüsü olan ünlü Katalan mimar)
Programımızın ilk gününde şehrin tarihi merkezine gitmek ve bu sırada La Rambla'dan geçerek orayı deneyimlemek vardı. Şehrin büyük meydanlarından biri olan Plaça de Catalunya'ya ilk ziyaretimizi gerçekleştirdik. Ardından İstiklal Caddesi'ne benzetebileceğimiz ve bu meydana bağlanan La Rambla'ya çıktık ve sahile doğru tarihi şehrin etkisini hissederek yürümeye başladık. Yolculuğumuz sırasında kentin en eski katedrali olan Barselona Katedrali'ni görme fırsatımız oldu. Ardından La Boqueria isimli ünlü pazara uğradık. Sanki Barselona'daki herkes aynı yere toplanmışçasına bir kalabalık vardı ancak kalabalığa rağmen bütün pazarı gezdik, içerisinde oldukça enteresan tropikal meyveler, geleneksel tatlılar, kuruyemişler ve sayılamayacak kadar çok çeşitte yiyecek içecek satılıyordu.
La Rambla'nın kıyı tarafında ise 1988 yılında inşa edilmiş olan dikili taşın üzerinde Amerika kıtasını işaret eden Kristof Kolomb'un heykeli bulunuyor. Meydandan kıyı şeridine kadar yürümek günümüzü ve enerjimizi tükettiği için Barselona'nın ünlü olan bir başka unsuruyla güne noktayı koyduk: Tapascıda yemek yedik.
Ertesi gün Passeig de Gracia Caddesi'ne çıktık ve orada Gaudi'nin iki meşhur yapısını görme fırsatı bulduk: Casa Battlo ve Casa Mila. Casa Battlo'nun önünde bir saate yakın bekledikten sonra sonunda içeriye girebildik. Doğadan esinlenen Gaudi'nin kendine özgü yarattığı mekanlar ilham vericiydi. Bu mekanları yazmak veya fotoğraflarla anlatmak mümkün değil. Mutlaka içine girip görülmesi gerekiyor!
yapının maketi
aktif olarak kullanılıyor olması çok etkileyiciydi
mozaik detayları
Daha sonra gezimize Casa Mila ile devam ettik. Müze olarak çok ilgi gören bu yerlere girmek için çok uzun süreler beklemek gerekebiliyor. Buraya girmek için de bir saate yakın bekledik.
1906 - 1912 yıllları arasında Gaudí tarafindan tasarlanıp inşa edilen bina La Pedrera
taş ocağı lakabıyla da bilinmektedir. Barselona'daki modernist yapılar içerisinde daire daire sayılmak üzere projelenen ilk yapıdır ve içerisinde daire ve ofisler yer almaktadır. Belediye yüzünden inşa süresi uzamış ve Gaudi tasarımını tasarladığı şekilde birebir yapamamıştır.
iki ana avlu etrafında şekillenen plan
kapı pencere detayları
Casa Mila'dan sonra uzun bir şehir yürüyüşünün ardından La Sagrada Familia'yı görmeye geldik. Daha önceki Barselona ziyaretimde içine girme fırsatım olmamıştı ve bu sefer yine uzun bir kuyruğun ardından içeri girmeyi başardığımızda hepimiz büyülendik. Hesaplanmış ışık oyunları, sıradanlıktan çok uzak olan kolonların detayları, incelikle oluşturulmuş mekanlar. Bitirebilse nasıl olacaktı diye düşünmeden edemedim. Bazilikaya girdikten sonra saatlerce kendimizi içerisinde kaybettik. Gaudi'nin doğadan aldığı referansları ve bazilikanın inşa sürecini konu alan müzeyi de gezdik, geometrileri anlamaya calıştık.
1882 yılında yapımına başlanan bu bazilika 1926 yılında Gaudi'nin kaza sonucu hayatını kaybetmesiyle bir süre duruyor ancak sonra pek çok mimarın denetimiyle inşa günümüzde de devam etmekte ve ne zaman biteceğini kimse bilemiyor.
Bazilika turumuzun ardından Avenue Diagonal'e gidip Gaudi'nin inşa ettiği bahçe kapısından içeri girdik ve kendisinin heykelini görünce fotoğraf çektirmeden çıkamadık.
Gezimizin üçüncü gününde ise şehrin güneyinde yer alan Plaça d'Espanya ve çevresindeki müzeleri gezmeye karar verdik. Bu turumuza şehir merkezinden Montjuik Tepesi'ne teleferikle çıkarak başladık. Montjuik Tepesi'nde iyi şekilde korunmuş olan bir kale mevcut ve bu kale Barselona'nın her noktasının görülebildiği bir konuma sahip.
Tepeden Plaça d'Espanya'ya yürümeye karar verdik ve bu bizi oldukça yordu. Ancak yürüdüğümüz yol sırasında Miro'nun müzesini gezmek bize keyif verdi, yorulduğumuza değdi.
Miramar Parkı'ndan geçerek Plaça d'Espanya yolculuğumuza devam ettik. Yolun sonunda Museu Nacional D'Art de Catalunya (MNAC) binası bizi karşıladı. 1926 senesinde inşa edilmiş olan bu yapı İspanya'dan gelen 5000 eserin sergilendiği büyük bir kent müzesi.
Plaça d'Espanya
Şans eseri müzenin ücretsiz olduğu güne denk geldik. Müzenin açılmasını beklerken önündeki kafesinde biraz zaman geçirdik. Ardından birkaç saat müzeyi dolaştık.
Müzeden daha çok bizi heyecanlandıran yapı hemen müzenin altında bulunan ve derslerde sıkça söz ettiğimiz, Mies van der Rohe tarafından EXPO için yapılan,sonra yıkılı yerine tıpatıp aynısı inşa edilen Barcelona Pavilion'du. Oldukça küçük olan bu pavilionda saatler geçirdik, malzemeleri birleşimleri inceledik, içinde basılmadık yer bırakmadık.
Gezimizin son gününde ise kentin Batı tarafını, Tibidabo tepesinin eteklerinde kalan Park Guell ve çevresini gezdik. Gaudi tarafından yapılan Park Guell satıcılar, turistler, sokak müzisyenleri kısaca hayatla dolu yemyeşil dinlendirici bir park. Gaudi'nin dokunuşu parkın her yanında baskın şekilde hissediliyor.
Son günümüzün öğleden sonrasında ise bisikletlerimizi kiraladık ve sahile doğru gezinti yaptık. Sahil şeridindeki festivale katıldık ve İspanyolların hayatına keyifli şekilde dahil olmuş olduk.
